30 Ara 2013

Yaşlanmak mı?

Ne ilaçlar ne dinlenmek kâr etmedi; hastayım hastayım.. 
Eskiden atkı-bere bilmezdim, montumun önünü bile kapatmazdım; bir kere grip olduğumu, öksürdüğümü hatırlamıyorum. Artık kendimi soğuktan, mikroptan korumama rağmen kapıyorum şifayı, yataklara düşüyorum. 

Yaşlanma belirtisi mi bu da? :(

Hemen hastalanmalar, yorulmalar. Eskisi gibi yediğim halde gelen ve gitmeyen kilolar. Efendime söyleyeyim :) bel boyun ağrıları.. Gün sonunda gezmek yerine pijamayla evde pineklemenin hayali. Yolculuğa çıkmadan önce heyecanın yanından pis pis sırıtan üşengeçlik; hani biletler falan alınmasa "Gitmesek de evde mi otursak?" dedirten cinsten..
Bir de şunlar var ki onlar en acısı; "Vay bee, bu adam öleli o kadar yıl olmuş muu!", "Aman, bu çocuk ne çabuk büyümüüş!.."
( "eski dostlaaar, eski dostlaaar" şarkısına doğru gidiyorum. ♫ )

Yarabbim! Ne çabuk yaşlanmaktan söz eder oldum, halbuki daha yeni başlıyorduk. 
Azıcık daha mühlet ve gençlik ver ne olursun..



Hoop! Konuya nereden girdim, nereden çıktım. İşte bunlar heep yaşlılık. :)



8 Ara 2013

Pazar Akşamı :(

Pazar akşamları sakinleşmeye ihtiyacım var. 
Mümkünse evde, her türlü gürültü kaynağından uzakta, son saatlerin keyfini çıkarayım.
Koltuğa yayılıp bir bardak ada çayı ile kandırayım kendimi. 
Hafta içi soluksuz mesai yapan bu bünye, hafta sonu tatilinden sonra işe gitmeyi kabullenemiyor bir türlü..
Balık bünye. :)


3 Ara 2013

"Sodade"


Mutluyum ama bir taraftan hüzünlüyüm de. Sanki koca bir lokma yutmuşum, hem doymuşum hem hazmedemiyorum. Her şey yolunda ama geçmişten bir koku, bir ses beni alt üst ediyor, zamanın bir boşluğu var da, oraya düşüyorum sanki. 

Cesária Évora'nın "Sodade" şarkısını bilir misiniz?
 "Sodade" başka dilde tam karşılığı olmayan Portekizce bir kelime imiş. Her şey yolunda giderken geçmişe özlem duyup hüzünlenmek, o günü hatırlamaktan mutluluk duymak; fakat geçmiş uzakta kaldığı için şu anki halden de memnun olamamak.. Buna benzer bir şey işte. :)

Sodade şarkısını tesadüfen dinlerken (anlamını bilmeden tabi) aynen böyle hissetmiştim. Sonrasında araştırınca böyle bir kelimenin olması bile çok sevindirmişti beni. İnsanlar hangi dile, hangi renge doğarsa doğsun ne kadar benzer duygular içindeler diye. Güçlü, zayıf, inançlı, umutsuz, hüzünlü, aşık..
Hepsi biziz; ne kadar da "insan"ız..



24 Kas 2013

"Dünyanın bütün çiçeklerini getirin!"

Şu hayatta eski bir öğrencinizin kalabalıklar arasından "Hocam, hocam!" diye koşarak gelmesini neyle değişebilirsiniz ki. 
Hele ki "Şu üniversiteye/liseye girdim, şu notu aldım, borcunuzu ödeyemem" diyorsa o anda dünyalar sizin olur, "alnımızda bilgilerden bir çelenk..." diye marşlar çalmaya başlar içinizde. :)

Öğretmenlik çok kutsal vesselam. Öyle laf olsun diye söylenen türden değil ama. Tohumları ekip, gözü gibi bakıp, çiçek açtıran bir şey. Anne-baba gibi, arkadaş gibi, en derindeki anılar gibi.

"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin!" diyen köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri gibi..

"Gelecek gençlerin, gençler ise öğretmenlerin eseridir." K.Atatürk
 
Benim kadar haylaz bir öğrenciye ders çalışma zevkini anlatabilen, okuma yazma bir tarafta dursun; dinlemeyi, konuşmayı, büyükleri sayıp küçükleri sevmeyi, kitap okumayı, araştırmayı, ... paha biçilemez birçok şeyi öğreten öğretmenlerim en büyük kârımdır benim.

Öğretmenler günümüz kutlu olsun!



20 Kas 2013

Gerçekten inanırsak olur mu?

Bazen yaşayamadığımı hissediyorum. 
Ankara'da, uzansan karşı binadaki ile el ele tutuşabileceğin evlerde, ölçülemeyen boyutlardaki hava kirliliği ve otobüslerin içinden bakan bunalmış insan yüzleriyle, zamanının yarısı bile sana ait değilken..
Gerçi, mutlu olmak isteyene her yol mutluluk da.. Yine de bir şeyler eksik kalıyor sanki. 

Dün, bütün akşam Instagram'dan takip ettiğim courtneybabyccino'nun resimleri ile hayallere daldım. 
Bir kadın düşünün. Dört çocuğuyla, koccaman bir evde, sürekli bulutlu bir şehirde yaşıyor. O kadar güzel ve enerjik ki! Belki de mutuluğun kaynağı benim mutsuzluk sebebi olarak sıraladıklarımdır. 

Belki de şu renkli evler yüzündendir.. ya da sarı yağmurluklardan.. 

kaynak: http://instagram.com/courtneybabyccino
kaynak: http://instagram.com/courtneybabyccino

Yüzümü ellerime dayadım, 10 sene sonraki "Bektaşlar"ı hayal ediyorum. Harbi hayal ama, "rüyalar gerçek olsa" gibi bir şey. :) Ama.. belki, gerçekten inanırsak olur.. 
Olmaz mı? :)



9 Kas 2013

İlahi kedicik:)


Bir başıma kahvaltı yapıyorum diye üzülürken masanın öbür ucunda iki kulak gördüm. 
Hayalet gibi zaten; bir bakıyorum yok, bir bakıyorum yanıbaşımda. 

Seviyorum kız seni.. ❤


3 Kas 2013

"Lala lala, cennet bu mu ola!"

Kaçıncı kez gidiyorum Amasra'ya, her seferinde mest olup dönüyorum, yeni hikayeler öğreniyorum.(Sevdiceğim ile ilk şehir dışı gezimiz olduğundan bizim için daha bir özeldir bu yarım adacık.)

Oraya gidip de, sahilde dolaşıp balık yemekle yetiniyorsanız büyük hata ediyorsunuz derim. Kesssinlikle! tekne turuna çıkmalısınız. Bangır bangır müzik açıp denizin ortasında dönüp duran saçma şeylerden bahsetmiyorum. Size özel turlar oluyor, her bir koya, kuytuya girip, molalar verip, doğru yanlış:) hikayeler anlatıyor kaptan.

Tavşan adası mesela.. Önceden manastırmışmış, fakat depremden sonra yıkılmış, harap olmuşmuş. Bir zaman sonra buraya tavşanları bırakmışlar, onlar da çoğalmış, yabanileşmişler. Fakat tavşanlar ürkek minnaklar olduğundan pek görünmezlermiş. İlk gittiğimizde, tekneyle adaya yanaşıp, martıların arasından siyah kulakları görünce pek bir şanslı hissetmiştik kendimizi. :)


Sonraaa.. 
Vay efendim, "Amasra" Pers kralının kızının ismiymiş, aman efendim şuracıktaki koyda denize girermiş.. Şu köprünün altından geçerken dilek tutarsanız gerçek olurmuş. (bizimki gerçek oldu vallahi) 
Doğru olsun olmasın bayılıyorum böyle hikayeler dinlemeye. :) Anlatılırken gözlerimi belertip, ağzımı açıp dinliyorum. 
Bu hikayeler doğruysa ve nesilden nesile aktarılıyorsa da, uydurmaysa da oranın kıymetli olduğunu gösterir bence..


Ne kadar kıymetli olsa da, insanoğlu bir şekilde elindekini mahvetmeyi biliyor. Accayip yetenekliyiz bu konuda, hele Türkiye doğayı, tarihi mirası yok etmede kimseye bırakmaz birinciliği. 

Son gidişimizde gördük ki, bir kısım ağaç kesilmiş, yüksek yüksek yapılar yerleşmeye başlamış. Yakındır "Tarihi Şehir Eski Amasra" ve "Yeni Amasra" diye ikiye ayrılması.




17 Eki 2013

Bugün bayram: "Sevgileri yarınlara bırakmayın.."

Çekingendim, tutuk ve saygılı.. İçine kapanık değil ama. İlle de kendimi belli eder, derste ilk ben parmak kaldırırdım. Kalabalıklarda yüksek sesle konuşur, herkese, her soruya cevap verirdim, aradaki mesafeyi koruyarak. Elimi tutsunlar, koluma girsinler istemezdim. Hele ki öpmeler, sarılmalar hiç bana göre değildi. Sevdiğini söylemek mi? Hayır. Bunların yerine konuşurdum durmadan, kocaman gülümserdim, uzaktan. Katıydım, mesafeliydim.

Sonra (neden oldu bilmem) kalbim yumuşadı, içim ısındı. Anladım ki; sevgisini göstermeyen anne-babalar pişman. Sırtını sıvazlamayan dostluklar eksik, sarılmanın verdiği güvenden (başka hiçbir şeyde bulunamayan) yoksun.. 

Şu bayram gününde de, kırgın olduğum herkesi gidip kucaklamak istiyorum. "Gel konuşup çözelim" yerine, ç günlük dünyada onu bunu boşveer!" demek. Sonra yaşananlar tekrar geliyor aklıma, kendime boşver diyorum. 
(Daha tam yumuşamamış kör olasıca..)

Behçet Necatigil ne güzel, ne yalın anlatmış "Sevgilerde" şiirinde. Beynime çivi gibi çakılmıştı bu dizeler. İki yaşında annesini kaybetmesi mi, bir babasının-bir anneannesinin evinde geçen çocukluğu mu, yoksa genç yaşta tüberküloza yakalanması mıdır kalemine böyle yazdıran, bilinmez. Hem "Geçtiği çizgilerden geçmedikçe, nasıl anlarız onu" değil mi?.  

Sevgilerde


Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.

Behçet Necatigil



12 Eki 2013

Pamuğumuz: Mia ^.^


"Evde hayvan beslemek mi? Asla.."

Ne olursa olsun, büyük konuşmayacaksın arkadaş. Ben ne zaman büyük laf ettiysem, ne zaman bir şeyi kınadıysam onu yaptım. 
Ev arkadaşı olarak kedi-köpek edinmek de bunlardan biriydi. (fanusta japon balığına lafım yoktu mesela:) )

Hayvanları (köpeklerden atlara, fillerden karıncalara kadar hepsini..) çok! seviyorum, ve onlara yaşama alanı bırakmayan insanoğlunun asla affedilmeyeceğine inanıyorum. Ama evde, hele ki bir apartman dairesinde olmazdı o iş.

Gel gör ki; sevgili eşim kediydi köpekti diye tutturdu. Yavru kedi ilanlarına bakmaya başlaması da benim kırılma noktam oldu sanırım. Madem o kadar istiyordu, madem bu ev benim olduğu kadar onundu da, o kedi buraya gelecekti..

Biz onu yerde ararken gökte bulduk. Bir arkadaşımızın, veterinerde dünyaya gelmiş ve ona hediye edilmiş kedisine bayağı bir sulandık. :) Evin eski patronu olan köpecikle bir türlü anlaşamayınca çaresiz bu minnak kediyi yeni ailesine, yani bize vermek zorunda kaldı. (zafer bizimdir!:))
 
Mia tam bir "küçük hanımefendi", öyle aniden kucağına atlamaz, ille benimle oyna diye tutturmaz. Çağırsan, diller döksen, nazlı bir "miiuw!" bahşeder belki.. Daha bize geleli çok kısa bir zaman oldu, kendini satmak için poz kesmiyorsa durum böyle. :)


Ayrıca, keman çalmayı ve çiçeklerle vakit geçirmeyi seviyor :P

Pet shop larda, o cam kafeslerin içinde acılı acılı bakan kedilere köpeklere daha çok üzüleceğimi ve hepsini bizim Mia'mız gibi göreceğimi biliyorum. Bize muhtaç bu minik 'can'ın sorumluluğunu aldığımızı, en ufak derdinde hüzünlere boğulacağımızı biliyorum. Ama fazladan eğlence ve mutluluk da edindiğimizi düşünerek teselli ediyorum kendimi..




8 Eki 2013

Benim şarkım


Sadece kiramı ödeyip, karnımı doyurmak için çalışmıyorum ki ben.. Bunaldığımda, "kalk gidelim uzaklara" diyebileyim, vitrinde gördüğüm o şeyi alabileyim, arada bir kendimi şımartabileyim diye de çalışıyorum.

Neden bu deli mesailer, kendini paralamalar sanıyorsun?

Geçimimi sağlamaktan öte, hayatımı güzelleştirmek için. 
Bir sürü heyecan, mutluluk ve hatta hüzün biriktirmek için; yani "yaşamak" için.. 

O kadarını da yapamayacaksam bu saçma sapan düzenin parçası olmam ki.. 
İki günlük tatilde koşamayacaksam yeşile maviye, evim dediğim şey televizyon izleyip uyuduğum yerden öteye geçemeyecekse, ben değil de bir bakıcı şahit olacaksa çocuğumun ilklerine..

İşte bundandır, ay sonunda elimde kalanla bakışmak yerine, anılar toplamaya hevesim.  
Hep söyledim, hep söyleyeceğim, binlerce adam üstüme yürüse şarkımı değiştirmeyeceğim!

24 Eyl 2013

Ömrüm nereye..?

Ne yaptığımızı düşünüyorum; ne için çalıştığımızı, çabaladığımızı..
Gençken ya da çocukken, hemen her şey başarılı olmak içindi. Derslerinde başarılı olmalısın, iyi bir okulda okumalısın, saygın bir meslek edinip iyi para kazanmalısın. Ooo, hele annen baban senden övgüyle bahsetmeli, biri mesleğini sorduğunda gururla söylemelisin.  

Ya üniversite okuyamasaydım, ya sayısalcı olmayıp bir sanat dalına yönelseydim.. Aman Yarabbi, korkunç şeyler bunlar! :P

Hep böyle düşündüğüm ya da düşündürüldüğüm için böyle de yaşadım. 
Tabii ki pişman değilim; ben de çağımızın tatminsiz insanlarından biriyim sonuçta. Kendimi (hiç kimseye değil) kendime kanıtlayamasaydım, hayatım boyunca mutsuz ve ezik hissedeceğimi biliyordum. 

Peki ya şimdi? 
Bakıyorum da, eskiden amacım olanlar şimdi araç olmuş sadece. Doymak için, giyinmek için, gezmek içinmiş artık çalışmak. Hayır hayır, yan gelip yatayım demiyorum, zaten istesem de yapamam. Eskiden yaz tatillerini bilgisayar ve tv karşısında tüketen yaşıtlarımın aksine, boyuna kitap okurdum ben, örgü öğrenmeye ya da yemek yapmaya girişirdim. Bir meşgale bulurdum kendime..

Sadece.. koca bir "fabrika"da, saatlerimi (günlerimi, yıllarımı, ömrümü..) geçirmek zor geliyor. Benim değil de başkalarının istediğini yaparak.. bana para versinler ki geçinebileyim diye. 

Bu şekilde çalışmak beni hem mutlu ediyor hem mutsuz. Bazen öyle çalışkan öyle üretkenmişim ki, bu tempo beni yaşatan şeymiş. Bazen de koşturmacaya katılmayan, kendi halinde birisiymişim. 

Aslında, beni bu kadar düşündüren ve rahatsız eden şey gittikçe büyüyen doyumsuzluğumuz sanırım. Eskiden sadece babanın çalıştığı iki çocuklu bir aile gül gibi geçinirken, şimdi her biri birden fazla işte çalışan karı-koca ay sonunu getiremiyor. 

Bunu biz mi yapıyoruz kendimize, yoksa birilerine uymak zorunda mı kalıyoruz? 






16 Ağu 2013

Yeşillendik!

Türkiye'yi Hatay hizasından ikiye bölsek, sağ tarafı hiç bilmiyorum. Bu yaşıma kadar Türkiye'nin doğusuna gitmemişim; ne Doğu Karadeniz, ne Doğu Anadolu, ne de Güneydoğu Anadolu.. 

İlk defa geçen sene, Murat'ın ailesini ziyaret için Trabzon'a gittim, aşık oldum. Tonya ilçesinde, yeşiller yeşiller ve yeşiller içinde bir evleri var. :) Hep şöyle düşünürdüm; "eh eşinin memleketine senede bir gidip ailesini görmek lazım, zorunluluktan.." 
Amaaa.. orayı gördükten ve o içten, güzel insanları tanıdıktan sonra her fırsatta gitmek istiyorum. Hatta orada yaşamaya bile varım. (böyle de büyük konuşurum) 
Bu bayramda da fırsat varken, düştük yollara. 

Şimdi ben susayım, acemi bir makine ve telefon ile çekilmiş resimler konuşsun. :)

Eve giden yol. 

Burası Vadonar (ya da Yarıktaş) dedikleri bir yer. 

Burası evin bahçesinin bir kısmı.. (benim de o sırada çok ciddi işlerim var :P )

İşte! bahçenin mahsüllerinden birkaçı.. 

Burada bir iki gün kalınca, Ankara'ya dönmek çok zor geliyor. Tatil yöresi gibi de değil, insanlar resmen burada yaşıyor yahu. Kocaman ağaçlar, böcekler.. tavuklara göz diken kötü kalpli sansarlar.. öğleden sonra evlerin üstüne çöken bulutlar, uzansan gökyüzüne dokunacaksın.. Hepsi masal gibi.. :)


22 Tem 2013

Doğum günüsü :)


Bugün benim doğum günüm! Şükürler olsun, ne sarhoşum, ne de yastayım. :))
İşimin gücümün başında, pek düşünceli arkadaşlarımın güzel dileklerini ve hediyelerini kucaklamaktayım.. 

Küçükken doğum günümüzü kutlayınca babam kızardı; "ne seviyorsunuz böyle lüzumsuz işleri, cık cık cık" diye. Önceden çocuk aklımla haksız olduğunu düşünürdüm. 
Şimdi daha da haksız olduğunu düşünüyorum. :) İnsanın sadece kendine özel, bol bol sevineceği, şımartılacağı bir günü olması ne güzel yavv. 

Murat'a da "Doğum günleri çok özeldir!" başlıklı konuşmamı sık sık yaptığım için, bu konuda kendini aştı. Her seferinde daha iyisi olamazdı diyorum; ama sevdiceğim her seferinde daha iyisini yapıyor. :) 

Akşam, La Foule adında çok güzel bir yerde yemek yedik, herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Sanırım ismini Edith Piaf'ın şarkısından almış. 


Gün biterken keşke yarın da doğum günüm olsa diyorum. :P

Sonra da düşünüyorum.. Allah'ım iyi ki, her şeyi 40 gün-40 gece kutlayacak kadar zengin ve başıboş insanlar değiliz de, azıcık kıymetini biliyoruz. :)




9 Tem 2013

Bodrum Bodrum...

Nasıl anlatsam, nerden başlasamm.. Bodrum Bodrummm.. =)

Yolda giderken konuştuk, acaba Bodrum'un adı neden Bodrum diye. Wiki'ye göre; Aziz Petrus sebebiyle şehre Petrium adı verilmiş; isim zamanla değişerek Petrum --> Potrum --> Bodrum olmuş. 

Fakat gittiğimiz bir mekandaki garson amca bize bambaşka bir hikaye anlattı:
Efendim, biliyosunuz Bodrum'un eski adı Halikarnas ya da Halikarnassos. Bu kelime "güneşi batmayan şehir" anlamına geliyormuşmuş. :) Kral Mausolos'un yaptırdığı, çatısı som altından olan mozole yüzünden şehre bu isim verilmiş. Mozole öyle parlakmış ki gece bile aydınlatırmış tüm şehri. Sonra İngilizler gelip bu mozoleyi çalmışlar, ve şehir kapkaranlık olmuş; tıpkı bir "bodrum" gibi.. 
Hikaye ne kadar doğrudur bilmem ama benim pek hoşuma gitti doğrusu. :) 

Boşuna adına şarkılar, şiirler yazılmamış. Öyle güzel ki; kendisi şiir gibi, şarkı gibi..


Yokuş başına geldiğinde Bodrum'u göreceksin,
Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin
Senden öncekiler de böyleydiler
Akıllarını hep Bodrum'da bırakıp gittiler...

Halikarnas Balıkçısı





Şimdiden tekrar gitme planları yapıyoruz. 
Fazla resim çekemedik, tadını çıkarmayı tercih ettik galiba. :) Denizi, güneşi, havası; her bir şeyi bambaşkaydı.. 
Şairin dediği gibi; bizim de aklımız kaldı... 


24 Haz 2013

16.09.2010 - Devrim'de Bir Teklif

ODTÜ-Devrim'e gitmeliymişim o akşam; öyle istedi. Yine ne menem bir sürpriz yapacak diye geçirdim içimden, açıkçası biraz da üşendim:) Üst kapısından girdim ve kocaman bir "Ben.." yazısı gördüm. Ne olabilirdi ki; "Ben, seni seviyorum", "Benim canım sevgilim.." Gerçekten fazla sallamadım. (nasıl ruhsuz bir insanım ben)

Birazcık ilerleyince alev alev yanan yazıyı gördüm: 

"BENİMLE EVLENİR MİSİN?" 


Sanırım çantamı düşürdüm yere.. Sonra taa aşağılardan sesini duydum; cevap veremedim.  Etraftan "hadi ama ne bekliyosun", "sormana gerek var mı", "ne dedi", "evet deee" sesleri.. Bir şeyler söylemek istiyordum tabi, ama sesim çıkmadı ki. Hem daha çok erken değil miydi, nerden çıkmıştı bu evlenme tekflifi yahu.. :/

Ben bu karmaşalardayken geldi, diz çöktü. Sonra yüzük, beyaz güller, o soru.. 
"Miiyyk" diyebildim, evet anlamında. =)

...

Ben böyle zamanlarda salaklaşıyorum sanırım, o gün hiç konuşamadım, sanki durumdan rahatsız gibi, parmağımda yüzük, kucağımda güller, ifadesiz yüzümle kalakaldım. "Rumeysaca" bu demekti ki; şaşkındım, mutluydum.



17 Haz 2013

İnsanoğlu..

İki gün önce "İnsanları ikiye ayırma, etiketleme!" diye isyan edenlerin bugün söylediklerine inanasim gelmiyor dogrusu..

Bir insan senden daha çirkin, daha geri zekalı olabilir. Fakir ya da para babası olabilir. Senin sahip oldugun imkanlar ona verilmemiş olabilir. Sen de muhtemelen bir başkasına göre öylesindir.. Tüm bunların ötesinde, o senin gibi düşünmüyor olabilir; k
abullenmek bu kadar mı zor?
Nedir alıp veremediğimiz, niçin hepimiz aynı topraklarda farklı şekillerde yaşayamıyoruz? 

Bir kere de etiketleme, aşağılama! Sana farklı olduğun için saygı duyulmasını isterken, senden farklı olana saygısızlık etme; onun "sen" olmasını bekleme. 

Ah, bir canlıya, sadece bu dünyada yaşama zorunluluğu verildiği için saygı duyabilseydik; onu ötekileştirmeseydik..

Ah be insan evladı!. Sana sadece "insan" denileceği günler de gelecek mi acaba?.


10 Haz 2013

O an..

Etrafında olup bitenleri anladığın "o an" ne benzersizdir.
"Acaba"lardan kurtulamadığın, hep "zannettiğin", olmasını istediğine kendini inandırdığın günler sona ermiştir, tam "o an"da. Artık net görmeye başlamışsındır her şeyi. Anlamaya, idrak etmeye çalışmana gerek kalmaz; kafana dank etmiştir bir kere.

İşte "o an" larda hayatımı iki parça halinde görürüm; rüyada olduğum ve bir daha asla aynı rüyaya dalmayacağım iki parça..

Bir söz ya da bir haber, en sevdiğim kahramanı bir önceki hayatımda bırakıverir. Şok geçiriyorum, içimden alevler yükseliyor gibi gelse de; aslında tam tersine, yüreğimdeki sıcaklığın beni terk etmesidir bu hissettiğim. Hararetle yanan bir ateşin üzerine boşaltılan suyla, dumanlar alelacele küllerden uzaklaşmak ister ya, işte öyle sönmüştür içimdeki ateş de.

Bu hissin adı ne öfke ne de üzüntü; bu ona karşı duyulan ilk soğukluk. Asla eskisi gibi olmayacağının ilk habercisi..


Yukarıdaki satırları seneler önce yazmıştım, nedense aklıma geldi "o an"..



2 Haz 2013

Evim güzel evim!

Yaklaşık bir sene önce (henüz evlenmemişken) Murat'a bir ev ilanı gönderdim ve dedim ki: "Keşke bu evi tutabilsek, tam istediğimiz gibi, ferah, geniş, tertemiz.. ama bize bir numara büyük gelir.. :("

Sonraki gün, haydi bir bakalım dedik, en azından görmüş oluruz, belki indirim de yaparlar. O gazla emlakçıyı aradık ve akşamında gittik. Bütçemize, zevkimize uygun dört tane ev önerdiler. Hepsini gezdik; son sırada ilanını görüp beğendiğimiz daire vardı. Apartmana girdik, dış kapının önüne geldik, emlakçı kapıyı açarken şaşkınlıkla birbirimize baktık; daire numarası kaç olsa beğenirsiniz? 16!. 
İçeri girdik, evi gezmeye başladık. 
Resimlerindeki gibi ferahtı, güzeldi; ama dolaplar, kapılar pislikten görünmüyordu.

Sonra... 

en sevdiğim köşeler :)

Sonra ne mi oldu? 
İşte şimdi bu evde oturuyoruz. :) 
Badanası boyası, tamiratı yapıldı, defalarca temizledik, temizlettik. Elimize her para geçtiğinde bir eksiğini aldık. Hala eksiklerimiz var; ama sorun etmiyoruz, insanın kendi evi gibisi yok. (..gerçekten kendi evi olmasa da :P)

kitaplarımdan asla vazgeçmem!.. aksesuarlardan da :)

saatleri seviyoruuuum..
çiçeksiz bir ev düşünülemez, onlar mutluluk için bahane..

Tapusu sizin üzerinize olmasa da, yaşadığınız yer o süreliğine sizindir bence. Sahiplenmek, orada yaşamayı sevmek; her ayrılıkta bir parça burulup, her kavuşmada huzuru hissetmek lazım. 
Orada ve orayı "yaşamak" lazım..


28 May 2013

Üretken ev hanımı ayakları :)

Bundan birkaç sene önce dikiş makinesi alacağımı söyleseler hayatta inanmazdım. 
 Deli miydim ben; bir dünya hazır tekstil ürünü, envai seçenek varken debelenip durayım? Hem benim ne işim olurdu böyle şeylerle.. çalışmaktan vakit kalmazdı; örgüyle, dikişle uğraşmaz; her bir şeyimi hazır alırdım.. 

Pekiii.. şimdi önümde dikiş makinesi, eski püskü bir kumaş üzerine düz bir çizgi çekme çabası da nedir allasen? Haftasonu kumaşçılarda, düğmecilerde dolaşmalar, "üretiniz" temalı dergilerin başında geçirilen saatler; yeni heveslere yetmeyen yetiler veya vakitler.. Nedir bu üretken hanım olma merakı? :)

Sanırım kendimi sorgulamaktan, değişen huylarıma/fikirlerime şaşırmaktan vazgeçmeliyim. Onu sevebilir, şuna başlayabilir, ötekinin yüzüne bakmayabilirim. Kimi zaman koşturup, kimi zaman alık alık dolaşabilirim. Ben; önceden öyleydim, şimdi böyleyim.. :)


16 May 2013

"16"

Bu defteri rafta görünce sevmiştim, benim olunca daha çok sevdim. Yemek tariflerini toplayacağım bir deftere ihtiyacım vardı; fakat bu sayfalara yumurta ve un miktarını yazmıyorum. :) Hem ne farkeder ki, bir deftere neler yazılır neler. 

Mesela bugünün önem ve anlamını yazarak başlayabilirim; Rumeysa&Murat olmamızın 973. günü(!) olduğunu, 16 'ların bizi hala mutlu ettiğini.. 

Yıllardır evliymişiz gibi gelse de zaman zaman bu duruma ne çok şaşırdığımı.. bazı geceler rüyalarımda eski hayatıma döndüğümü ve bunun bana "şükretmeyi" hatırlattığını söyleyebilirim.. 

Ben kaleme söylerim, o deftere; defter bunları bağrına basar, belki senelerce saklar. Onca zaman sonra yıpranmış sayfalar açılır belki, kimi sayfa gözyaşı olur, kimisi tebessüm.. 


15 May 2013

Çiçekler, kalpler, çikolatalar ve daha bir sürü güzel şey :)


Canım sıkkındı..
Şirkette kötü bir gün geçirmiş olabilirdim, eşimle dostumla tartışmış ya da olmayan çocuğumun:) haylazlıklarına üzülmüş olabilirdim. Ne bileyim bir garip nedenden ekşitmiştim suratımı. Hiç farketmezdi. Devasız bir derdim yoktu; fakat canım sıkkındı..
Eskiden olsa o gün hayatı kendime eziyet ederdim. 

Bu kez öyle olmadı. Beni en mutlu edecek işlerden birini yapmayı tercih ettim. Mutfağa girdim ve kakolu kekcikler pişirip, onları en mutlu çikolatalarla, en renkli şekerlerle süsledim. :) İşim bitince fotoğraflarını çekip paylaştım ve daha da keyiflendim. 
Sonra elime en sevdiğim dergimi alıp sayfalarını çevirmeye başladım. 

Bilin bakalım ne oldu? Evet; artık canım sıkkın değildi. 
 Kendi kendime mutlu olabilmemin keyfini mi sürsem, yoksa bu zamana kadar bunu keşfedememiş olmama mı üzülsem bilemedim. Ee, bu kadar şey düşünmüş yazmışken geçmişe üzülmek olur mu; olmaz. 

Ama nasıl iyimserim, nasıl Pollyanna'yım. Aman nazarlar değmesin, yüzümüz solmasın.

Yanıbaşımda hiç yorulmadan fanusu turlayan japon, sen ne dersin; değmeyen şeylere üzülürsek, hakikaten bir derdimiz olduğunda ne yaparız? :)